Bu yazgı değişmez değildir ve tüm analar gibi Rukiye yavrusunu sevmeye devam edecektir. Kitaplar ve bizlerse, suç ortakların olmaya. “Ama boğazı tokluğuna özgür, deli rüzgârlar başında eser. Sana dökülür dövüne dövüne yüreğimizden Kızılırmak!” Laleli esnafı sildi tüm borçlarını... Kapalıçarşı’da rehin bıraktığın paltonu da çok yakında alacağız.
Yoklama defterinden öğrenmedim sizi,
benim haylaz çocuklarım!
Sınıfın en devamsızını
bir sinema dönüşü tanıdım,
koltuğunda satılmamış gazeteler…

Rıfat Ilgaz
Derin kar zamanlarında doğdun sen. Hala bilmeyiz nedir gerçek yaşın, belki binlerce yıllık bir çınarsın. Anadolu’nun yosun yeşilidir gözleri, ağladığında orman mı orman! Yedi denizin selintisi, erken büyümüşlüğünün simgesidir doğduğun topraklar. Barok sarısı, defne sarısı, yazma sarısına sevdalısın sen “İnanma, ne yana gitsen Karadenizlisin.” Cide kadar yalnız, Cideleyin ılıman. Duttan yapılma bir çerçeve içinde uzanmış Cide “kendine giden ağacı bilir”.[1] Peki, sen? Sen misin, dört duvarla kuşatılan, Cide midir düşünen Şevki Usta'nın çerçevesinde? Düşlerin mi, yaşamın mı şu eriyen mum ışığında? Çerçeveler Cide’ye yakışır ama sana yakışmaz Usta. Bak kaç yıl geçti aradan, ne sen Cide’den geçtin, ne o geçti senden. Kilim gibi dokunurken mutsuzluk, sen, şiir kapısının sadık emektarı, kan uykulardan kaldırdın başını. Hakkını verdin yumruğun, kitabın, atar damarın! “Önce şiirde sevdin kavgayı, özgürlüğü kelime kelime şiirde... Kafiyeden önce gelen sevgilerimiz mi sade? Sürgün de var, hapis de.”[2] “İnsanları alabildiğine sevmeyi” bırakmadılarsa yanına “Utanma, suçun tümü sende değil.”[3]               
Dediğin gibi alacaklılar kadar olmasa da yine de üzülenler bulundu ardından: Çaycılar, kahveciler, işkembeciler, Fesleğen Sokağı’nda bacaksızlar, bir de biz; sınıfta dalgın, pazarda simit, şeker, limon satan öğrencilerin. Bu da nereden baksan birkaç halk eder. “Ağlamak her dilde tek anlamda”[4] değil mi? Mahallende sessiz ve kaçak yürürken borçluydun bakkaldan, mimliydin polisten kaçıyordun. Babıâli Yokuşu’ndan inerken selam verilmezse bilirdin takip vardı. Eksik kalan selamlara ithafen, biz, sınıfının devamsızları ve bu yüzden Sınıf’ın şairine en çok kulak verenler, ellerimizde sınıfın gazetesiyle selamlıyoruz Rıfat öğretmenimizi!
Sabahattin Ali gibi özetliyoruz hala meramını: “Büyük mevzulara palavralı şeylere hiç yanaşmadın, ferdilikten kurtulup cemiyetin malı olabildin ve bunları üçüncü şahsın bitaraflığı ile anlatabilen sendin.”[5]. Yine Ahmed Arif’çe sesleniyoruz sana: “Halkımın, yurdumun büyük acısı, büyük hüznü, sonsuz sevinci ve yıkılması imkânsız onurusun. Merhaba sevgili Ağabey...” [6] Az “Yarenlik” etmedin bizlere. Dar gelirli, yoksul, bazen işçi bazen köylü olan insanlarla bölüştün çileli yaşamı. Basit insanlardı bunlar, gürültüsüz insanlar. Ve her şeyden önce, senin kadar, iyi insanlar. Bu insanları, bu kadar çok, bu kadar temiz, nereden buldun sen Usta? Üşenmedin okullardan buldun, cezaevlerinden tanıdın, sanatoryumlarda ağrılı hastalıklar içinde kıvranırken çekip de şiirleştirdin, öyküleştirdin. Yani aslında sen hayatı edebileştirdin. Balaban sanatıydı seninki, çevrenin izini kâğıda koma, memleketin havasını muşambaya basma işi.
Adım adım haber verdin dosta saflarını, düşman duyar mı diye çekinmedin, korkmadın. Duydu da! Çünkü tam bir yıl sonra, yani 1944’te, yani aldandığında ağaçlar, soğuktan Arif Damar’ın içi cız ettiğinde bağır bağır hem de kıpkızıl bir kapakla “Sınıf” ile taşırdın son damlayı! Neyin nesiydi bu Sınıf da uslu öğrenciler gibi her ödeve sorgulamaksızın itaat edenleri, çıkarcı okul müdürleri gibi bu dünyanın tepesine üşüşmüşleri birden ürkütüverdi? Sınıf’ın suçu içindeki öğrencilerin yoksul olmasıydı ve sen bu öğrencileri tüm derslerden geçiriyordun. Kovuşturmalar ve zincirleme tutsaklıklar başlıyordu böylece.
Öğretmenliğini elinden aldıkları bu anda, asıl şimdi, Sokrates gibi sınavsız ve diplomasız bir öğretmen oluyordun! Olimposlu bilgenin aklı, Gideroslu ozanın yüreğine aksediyordu. Yıldız Karayel oldu sonra, sundurmanda yine hantal döküntüsü cunta ucubelerinin… Yaşın yetmiş be hey koca çınar! Kulak hala kirişte! Karartma Geceleri’nde kaçak, kırk yıl sonrasında yine tutsak. Hala uslanmaz bir öğrenci ve öfkeli bir öğretmendin Karton Kuleler’e düşman. Bağladılar gözlerini, yazgın gibi şimdi bileklerin de zincirlenmiş dostlarına, mezbahaneden bozma işkencehanelerde tutsak etmek kolay mıydı seni?

“Güvercinim uyur mu, çağırsam uyanır mı?”[7]

Babıali Yokuşu’nun selamsız misafiri, Kanadından çok pençesine güvenen güvercinleri anlatıyordu Rıfat Ilgaz. Gagası tunç, kanat uçları çelik yeşil, suyunu buluttan süzen türden güvercinler…  Yok öyle adaklar, avlular, Piyerlotiler, yok öyle gagasında zeytin dalı; bunlar kurşun buğusu güvercinler! Öfkesi tüylerinde duman duman, özgürlüğünce dövüşken güvercinler. Hangi kavganın güvercini olduğunu bilen güvercinler uçar Ilgaz’ın eteklerinde. Ve Ilgaz’ın yamaçları öylesine geniş, öylesine uçsuz bucaksızdır ki ta Madımak’a kadar uzanır. Kemikten ve etten daha fazla bir şeyler tutuşmakta iken takvim Temmuz 2’yi gösterir; yeryüzünde tutuşmaya müsait ne varsa utanır o gün kendinden. Ateş, icadından utanır. Ilgaz’ın yücesine kar yerine kor yağar bu sefer. Temmuz 7’yi gösteren yaprak düşer duvarlardan. Sivas’taki yangın en üzgün kurbanını o gün yakmıştır.
Tutuklamalar, tehditler ve Karartma Geceleri’nin düdük sesleri yıkmadı Rıfat Usta’yı, büyük çınarları dışarıdan gelen darbeler kolay kolay deviremez. Onu dostlarının acısı devirdiğinde 21 yıl öncesiydi. Bütün büyük ağaçlar gibi içinden kemirdi onu da yaprakları döküme hazırlayan ince sızılar. Bezirciler’in “gecenin tekdüzeliğini, bir tabancadan boşalan şarjör gibi delik deşik eden”[8] sesleri yankılandı doruklarında. Bundandır işte Ilgaz’a her bakan bu yüce gönüllü ozanların sohbetini duyar gibi olur hala. Dize dize duyulur, ulu çamlar, köknarlar ve eğilmez ardıçlar boyu, Havran yolundaki karakılçıklar ağırlığınca, güvercinin kanadınca, yerin çekimince...

Aldığı soluğu hak etmek için sevenler

“Toplumsal çelişkilerin ayyûka çıktığı bir ortamda, şairin, sosyal acılara sözcülük ederken, yergici olmamasına imkân var mı? Ne var ki, yapıcı bir yergidir bu ve bir yerde daha güzel bir dünyaya olan umuttan da kopuk değildir. Bizzat kendisi ağır politik baskılar altındayken bile, ayakta kalmayı sürdüren, acılı ama yaşama direncini yitirmeyen ve kavgayı elden bırakmayan bir sestir onunki.”[9]
Bundan ötürü, sakıncalıdır Markopaşa’lılar! Çünkü “ahmakların yüzündeki ciddiyet maskesiyle” alay ederler. Markopaşa’yı kapattıklarında Hür Markopaşa’yla çıktın karşılarına. Yine kapattılar, Malum Paşa! Yine kapattılar, oldu mu Malum Paşa sana Merhum Paşa, Yedi-Sekiz Paşa! İmzasız yazılarınla Sabahattin Ali’nin mirasını hınçla yaşattın. Mahlasın yetiyordu mütevazılığını anlatmaya: Stepne*! Sen Fedailer Mangası’nın en önde gidenlerinden. Ciğerlerin dar gelmeye başladığında bile engin soluğuna, güvercinlerin kadar dirençliydin, kuşçular çarşısında tüy dökmedin, tünemedin düşmanın saçaklarına. Sömürgen cami güvercinlerine karşı affedici olmadın!
Öyle gizli değil, açık açık çağırdın kader dedikleri aldatmacayı değiştirmeye. Devirmeye çağırdın çirkin olan ne varsa, bizleri insanı sevmeye… Ama öyle kuru sevmeler değil, Aytmatov emeğince sevmeye ve bu uğurda gerekirse bedel ödemeye çağırdın. Kendi hayatınla kanıtladın öğrettiklerini, kitaplara sığmadın. Mizahın, ince bir sızı, belirsiz bir gül olup da açıverdi yüzümüzde. İyi insan olabilmenin zor zanaat olduğunu bize kafamıza vurmadan öğrettin. Remzi’yi tahtaya kaldırdın, doğru, ama ayağında sağlamca bir pabuç, sırtında bir ceket yok diye utandırmadın!
Ne var bunda sıkılacak
utanmak bize düşer çocuğum!
Eğer çalışmadığın içinse,
bildiklerin sana yeter,
notun önceden verilmiş.[10]
“Yemek paydosunda bizden saklı bir baş soğanı yoldaş eden”[11] Halil’in tuhaf uysallığı ardındaki gerçekliği açık ettin ya yetiyor o korku bugün de her sınıfta, her iş yerinde alikıranlık taslayan Kadıoğlu’na. Kel Mahmut’sun işte, Mustafa Ural’sın kendi kitabında, kızdın haylazlıklara, tembelliklere, başıboşluğa kızdın! Ama bizim haylazlığımızı en çok sen sahiplendin yine de. “Kim ne derse desin, çocuklar için yazdın hep. İki iş tuttun ömür boyu köklü. Çocukları okutmaktı ilk işin. İkincisi, yazdıklarını çocuklara okutmak.”[12] Anladın çünkü “onlar yalnız ekmekle de yaşanmaz diye romanlar yaza dursunlar, biz ekmeğe de razıydık.”[13] Ekmeğin karneyle verildiği günlerin benzeri tuhaf günler yaşıyoruz yine, karnemiz eksik.
Garson Nuri yandaki kahvehanede çalışıyor. Boşta gezen Ali Bey inanır mısın hala boşta geziyor! Cumartesiler boyu nöbette, F tiplerinin sadık ziyaretçisi, bilmeden siyaseti, devrimi aramalar, coplar göze alır da katılır davamıza, Sarı Yazma’lı Anadolu kadınları, Hafize Ana’lar hala burada! Alişlerin fabrikalarda makine başlarında, çokça öldü, kaç kere koptu kolları, ne yaparsın bağlaması gibi çift el ister yâri de sarılmak için; hasret hasret yine senin mısrandan taşmakta. Yoksul Rukiyeler meyve vermeye devam ediyor, bak doğuyor kız çocukları, belki tütün işçisi belki Beşiktaş’ın arka sokaklarında bir sahipsiz kadındır olacağı. Ama bu yazgı değişmez değildir ve tüm analar gibi Rukiye yavrusunu sevmeye devam edecektir. Kitaplar ve bizlerse, suç ortakların olmaya. “Ama boğazı tokluğuna özgür, deli rüzgârlar başında eser. Sana dökülür dövüne dövüne yüreğimizden Kızılırmak!” Laleli esnafı sildi tüm borçlarını... Kapalıçarşı’da rehin bıraktığın paltonu da çok yakında alacağız.
* Stepne: Rıfat Ilgaz’ın mahlası. Anlamı: Yedek lastik.

Kaynaklar:
1- Rıfat Ilgaz, Cide - Avcılar, Kulağımız Kirişte adlı kitabından, 1983
2- Rıfat Ilgaz, Şiirde, Devam adlı kitabından, 1943.
3- Rıfat Ilgaz, Aydın mısın, Karakılçık adlı kitabından, 1969.
4- Rıfat Ilgaz, Her Dilde, Ocak Katırı Alagöz adlı kitabından, 1987
5- Sabahattin Ali, “Yarenlik” (Rıfat Ilgaz, 1943) Üzerine, Yurt ve Dünya Dergisi, Nisan 1943.
6- Ahmet Arif, Rıfat Ilgaz’a Mektubu, Yeşilköy, 13 Kasım 1988.
7- Rıfat Ilgaz, Güvercinim Uyur mu, Aynı adlı kitabından, 1970.
8- Rıfat Ilgaz, Karartma Geceleri (Roman), Çınar Yayınları, İstanbul 1998, sf.90.
9- Server Tanilli, “Rıfat Ilgaz’ın Şiiri”, Strasbourg, 1 Ocak 2003siir.gen.tr/siir/r/rifat_ilgaz/server_tanilli_rifat_ilgazin_siiri.htm
10- Rıfat Ilgaz, Remzi, Sınıf adlı kitabından, 1944.
11- Rıfat Ilgaz, Sınıf, 1944.
12- Rıfat Ilgaz, Okutmak Üzerine, Bütün Şiirleri (1927-1991).
13- Sadık Albayrak, “Rıfat Ilgaz’ın Notları”, Karartma Gecelerinde Bir Aydın Kuşağının İzleri, 2006.
                                                                                                                                        KIZILBAYRAK

0 comments:

Yorum Gönder

 
HOPA DEV-LIS/K © 2014. Yaşasın SOSYALİZM Yaşasın DEV LİS/K