Plaza Eylem Platformu Türkiye’de emek mücadelesi içerisinde yeni bir damarı temsil eden kuruluşlardan yalnızca biri. Beyaz yakalı örgütlenmeler ya da prekarya örgütlenmeleri kapsamında inceleyebileceğimiz bu örgütlenme birçok açıdan Türkiye’de emek mücadelesinin farklı bir mecrasını temsil ediyor. Değil direnişin günlük siyasi sohbetin bile belirli bir ‘seviyenin’ üstünde girmesinin zor olduğu düşünülen plazaların sınırlarına direnişi sokuyor. Üstelik bunu kendi dilini/söylemini/biçimini oluşturarak yapıyor. 
Plaza Eylem Platformu kimin platformudur? Kimler için kurulmuştur? Üyeleri ve kurucuları kimdir?
 Plaza Eylem Platformu belli bir sektörle sınırlı olmayan, benzer hikayelerini ortaklaştırmaya uğraşan çalışanların örgütlenmesidir. IBM’de çalışanların sendika mücadelesinin ardından kuruldu. Her sektörden ve küçük büyük birçok yerden insanlar hep oldu. Akbank’tan işten atılanların atıldıklarını turnikeden geçirmeyen kartlarından öğrendikleri, Vodaphone’dan atılanlara sakinleşsinler diye passiflora verildiği, ATV-Sabah Grevi’nin olduğu bir dönemde Plaza Eylem Platformu’nun 2008 yılındaki başlangıcı anlamlıydı. Üyelikten daha çok çeşitli düzeylerde platforma yakın hissetme ve yakın durma halinden söz edebiliriz. Düzenli yapılan toplantılara katılan/takip eden, aktif rol oynayamasa bile aidiyet hisseden, İstanbul dışında olup herhangi bir iş olduğunda el atan, etkinliklere gelen ve sosyal medyadan ya da arkadaşlar aracılığı ile takip eden halkalardan bahsedebiliriz. Ortak kesenimiz emek cephesinde benzer yönetilme biçimleri ile muhatap olmak, benzer sömürü araçları ile karşılaşmak. Kullandığımız adın tarihsel bir anlamı var. 2008′deki IBM eylemleri plazalar önünde başladığı için adımız böyle ama hepimiz plazalarda çalışmıyoruz ve işimiz de eylemler düzenlemek değil. Hatta bir platform bile değiliz, bir alan örgütüyüz, bir emek örgütlenmesiyiz. Bize verilmiş bir isim gibi bu adı ve taşıdığı tarihi sahipleniyoruz.
Plazalarda örgütlenme koşulları nelerdir? Yasal olarak dayanağımız budur dediğiniz bir mevzuatınız bulunmakta mıdır?
 Kendimizi tanımladığımız metinlerimiz var. Ancak bunlar dinamik. Kadın meselesinde olduğu gibi bireysel yaşanan sömürü mekanizmalarını ortaklaştırmaya çalışıyoruz. Bu çaba içinde yeni meseleleri ifade edilebilir hale getirdiğimizde ekliyoruz. İş yerlerinde örgütlenmek tabii ki zor, yapacak çok iş var. Bireysel olarak da çok açık olmanın beklendiği yerde güven ilişkileri ile başka bir gündem yaratmak, sürekli kılmak ve bunu da el yordamı ile bulduğun stratejilerle yapmak, üzerine bir de emek pazarının (statü/kadrolu/kıdemli/freelance/parttime) parçalanmışlığı girdiğinde daha da zor. Diğer yandan kişiye özel sömürü mekanizmalarının (performans değerlendirme, karakter envanteri, insan kaynakları eli ile yapılan sosyal ortam tasarımı) olduğu yerde “dayanışma” isteğini somutlaştırmanın zorlukları var. Bu açıdan bizim de çeşitli düzeylerde hedeflerimiz var. Sadece aynı işyerinde çalışan insanların değil, farklı yerlerde çalışanların da arasında bir dayanışma ağı örmeye çalışıyoruz. İşten atılan bir arkadaşımıza hak kaybına uğramayacak adımlar konusunda beraber kafa yormaktan, işyerinde savunma yazması istenen arkadaşımızın durumuna eğilmeye, “İşten Atma Stratejileri” eğitimi yapan danışmanlık firmasını protesto etmekten, emek pazarına katılacak üniversite öğrencilerinin kariyer konusundaki sorularına cevap vermeye kadar bu alanla ilişkili her işi kendi işimiz olarak görüyoruz.
Plazada eylem olur mu? Olursa nasıl olur?
 1980 darbesinden sonra gelen sendikal yasaklar her alanda olduğu gibi beyaz yakalıların örgütlenmesine de büyük darbe vurmuş ve kazanılmış tüm haklar yavaş yavaş elinden alınmış. 2008′de başlayan ekonomik krize örgütsüz bir şekilde yakalanan beyaz yakalılar olarak elimizde kalan haklarımızı korumak ve yeni hak talebi üretmek istiyorsak örgütlenmek hatta gerekirse eylem yapmak zorundayız. Bu alanda işverenlerin saldırıları arttıkça hareketlenme de artıyor. Hareketlenmenin nüvelerini son yıllarda IBM çalışanlarının sendikal örgütlenmesinde, ATV-Sabah grevinde, geçen yıl Gezi olayları sırasında NTV binası önünde yapılan, Garanti Bankası Genel Müdürlük binasının içinde yapılan eylemlerde gördük. Plazada eylem çok zor oluyor ama yapabilirsek sistemi durdurabilme gücümüz bile var. Düşünsenize, sadece bir banka ya da İMKB’nin çalışanları iş durdurma eylemi yaparsa neler olur? Emin olabilirsiniz ki gelmiş geçmiş en ses getiren eylemlerden biri olur! 2008 yılında İMKB brokerlarının yapmış olduğu eylemde borsa işlemleri bir önceki güne göre yüzde 35, ortalamada ise yüzde 30 oranında azalmış.
 Plazada görünür eylemler daha çok gündemi sarsan olaylar üzerine oluyor. Kendi iş koşullarımızı zorlayacak eylemler Gezi sürecinde yaşandı; kimi kalabalık işyerlerinde forumlar oldu, müdürler çalışanların Gezi’ye gitme isteği yönündeki baskıya dayanamayıp izin vermek zorunda kaldılar. Doğrudan iş koşulları ile ilgili, patronlarla bir çatışmanın sonucu ortaya çıkacak eylemlerde daha uzun süreye dayalı dayanışma ilişkileri gerekli. Gezi sürecinde çalışanlar arasında artan temas ve sıcaklaşan iletişimin böyle bir potansiyel taşıması beklenebilir.
Sizin içinde bulunduğunuz işçi/çalışan grubunu nitelendirmek için teori prekarya terimini ortaya koyuyor. Bu terime ne kadar aşinasınız? Aşinaysanız siz kendinizi bu şekilde tanımlıyor musunuz?
Mücadele alanlarında terimlerin, kavramların yerleşebilmesi zamana ve işlevselliklerine bağlı. Mücadele içinde elimizi güçlendiren kavramlar kendilerine yer bulabilir. Örneğin, bir terim olmasa da iş cinayeti tanımı artık yerleşti. Prekarya terimi beyaz yakalı emeğin güvencesizleşme koşullarını nitelemekte şimdilik akademik olarak iş görüyor. Çalışma hayatında daha işlevsel kullanılabilmesi için emeğin yönetilme tarzlarına ilişkin daha açıklayıcı bir vurgu gereklidir belki. Henüz politik bir anlam kazanmış değil. Gelecekte beyaz yakalılarla diğer güvencesizleşen kesimlerin arasındaki ilişkiler geliştikçe belki işlevli olur. Ama bu ilişkilerin pratik olarak ihtiyaç haline gelmesi gerekiyor, sadece koşullar açısından benzer niteliklere sahip olmak yeterli olmuyor. Örgütlenme sosyal bir ilişki ve olgu. Zaman gösterecek. Bu kavramla birlikte, çalışma acısı, çalışma tahribatı, hak üretimi, manevi ve bedensel bütünlüğün korunması, iş ile iletişimi kesme hakkı (iş zamanları dışında emaillere ve mesajlara bakma zorunluluğuna karşı) gibi bir çok kavram elimizde. Bireysel hikayelerimizi kollektif hafızada ortaklaştırdıkça bunların etrafındaki anlamları da kuracağız.
Soma’daki toplu iş cinayeti plazalarda nasıl bir tepki uyandırdı? PEP’ten olanlarla olmayanların bakışları arasında fark var mı?
 Kısa bir süre önce İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi, beyaz yakalı örgütlerine bir çağrı yaparak bir komisyon oluşturmuştu. Beyaz yakalı örgütlenmeleri arasında bu konuda bir farkındalık en baştan itibaren vardı. Eskiden kadercilik ve duygusallıkla yaklaşılan bu kazalar artık iş cinayeti olarak tanımlanmaya başladı. Biz zaten her yıl 1200 kişinin iş cinayetlerinde öldüğünü biliyoruz. Maalesef Soma’da yaşanan bu hadisenin boyutu insanların durumun vehametini anlamalarını sağladı. Çalışanlar ertesi gün fiilen iş bırakmamış olsa da akılları bu olayla meşgul olduğu için kendilerini işe verip çalışma hayatına kolay kolay devam edemediler. Platform olarak Soma Holding’in önünde yaptığımız eylem çağrısına bölgede çalışan birçok beyaz yakalı çalışan katıldı. Bazı işyerlerinde de toplu anmalar yapıldı. Banka gibi yerlerde çalışıp masasına madenci kaskı koyanlar oldu. Sonuçta bu eylemimiz yerin altında ve üstünde çalışanları buluşturdu. Olayın büyüklüğünün yarattığı infial, insanların protestoya katılmalarını sağladı. Biz acıyı paylaşmakla beraber çalışmanın yarattığı tahribatta ortaklaşma, bu meselenin Türkiye’ye, Türkiye’de bir Anadolu kasabasının ilkel çalışma koşullarına özel olmadığı konusuna, aciliyet duygusu ile gösterilen tepkinin kalıcılığa ihtiyaç duyduğuna, çalışmanın yarattığı tahribatın sürekli olduğuna vurgu yapmaya çalıştık. Bu tutumu gösterip PEP’te olmayanlar da vardır mutlaka.
Levent’teki Soma Holding ofisi önünde yaptığımız eylemin ardından orada kendiliğinden bir nöbet başladı, Soma’daki katliamın ardından yaşanan buluşma kalıcılaştı. Burada ortaya çıkan inisiyatifin Soma Holding’in Maslak’taki Spine Tower binasına yaptığı yürüyüş çağrısı da beyaz yakalılar tarafından kuvvetle desteklendi.
Biliyoruz ki sendikalar yasal mevzuata göre siyasi partilerle organik bağ kuramıyor? pEP’in bu konudaki tutumu nedir?
Mevzuata göre sendikalar siyasi partilerle bağ kuramıyor fakat pratikte birçoğunun bir şekilde bağı var. Asıl garip olan sendikaların tabanlarıyla bağ kuramaması. Plazalara, işyerlerine, iş hayatında yaşanan sorunlara çok uzaklar. Biz PEP olarak bu mesafeyi kısaltmaya gayret ediyoruz. Yapımız gereği sendikalardan birçok noktada daha şanslıyız.
Emek sömürüsünü daha görünür kılmak, mücadele araçları yaratmak ve bunları güçlendirmek üzerine çaba harcıyoruz. Her birimizin siyasi duruşu mutlaka var ama platformla ilişkilenmek için belli bir siyasal eğilim beklentimiz yok. Bu alanda yaptığımız uzun soluklu, angaryası olan, vakit/sabır isteyen bir iş, politik görülmeyen meseleleri de politikleştirmeye çalışıyoruz, aynı kadın meselesinde olduğu gibi. Platformun genel siyasi meselere yönelik bir tutum geliştirme misyonu yok. Dolayısıyla genel siyasi konularda farklı düşünenler arasında yaşanabilecek çatışmalardan uzağız. Sendika ve meslek odalarında sıklıkla yaşanan iktidar mücadelelerinden de tümüyle azadeyiz. Siyasi tarihin ve çeşitliliğin, bugüne kadarki siyasi birikimin tüm imkanlarından sınırsızca faydalanabiliriz.
PEP dışında benzeri beyaz yakalı/prekarya örgütlenmeleri de var. Onlarla bağınız ve farklarınız neler?
Birçoğunun üyeleri zaten arkadaşımız ve benzer hedefler doğrultusunda çalışıyoruz. Birçok etkinliği ve eylemi birlikte yapıyoruz. Örneğin özgürce yürüyebildiğimiz son 1 Mayıs’ta hep birlikte aynı pankart altında yürümüştük. Bu tür örgütlenmeler birbiriyle ilişki kurdukça sayıları da artıyor, yepyeni örgütlenmeler kuruluyor, sayılarının çoğalmasının ortak faydayı artıracağını düşünüyoruz.
 Bu alanda her örgütlenmenin kendine has işlevleri var. Biz ise sektör bağımsız, ortak sömürü mekanizmaları ile meşgulüz daha çok. Ama platformda aynı sektörde olan çalışanlar da o sektörün özgün koşulları üzerine eğiliyorlar. Bizim gibi her sektöre hitap eden örgütlenmeler de var, ama bu örgütlenmeler alana ilişkin daha sınırları çizilmiş tahlil ve tutumlara sahipler ya da bazı özelleşmiş örgütlenme tarzlarını savunup deniyorlar. Biz alanın toplam ortak birikimini önemsiyor, buna katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla örgütlenmeler arası farklılıkların hiçbiri birçok alanda işbirliği kurmamıza engel olmuyor.
PEP’in örgütlenme yöntemleri nelerdir? Yeni medya (sosyal ağlar vs.) örgütlenme aşamanızda ne kadar yer teşkil ediyor?
 Örgütlenmenin ilk önce kendi işyerimizdeki arkadaşlarımızla kurduğumuz ilişkiden başladığını biliyoruz. Dayanışma ortamını geliştirmek ve deneyimlerimizi ortak bir dille ifade etmeye çalışmak için iş arkadaşlarımızı da davet ettiğimiz deneyim paylaşım atölyeleri ve benzeri etkinlikler düzenliyoruz. Her hafta düzenli toplanıyoruz. Zaman zaman plazalar bölgesinde (Maslak-Levent) bildiri dağıtıyoruz. Bazen atılan bir tweet ya da sosyal medyadan yapılan bir eylem çağrısı oldukça güçlü ve hızlı bir etki yaratabiliyor. Sosyal medyada yapılan eylem çağrılarını bizim de paylaşmamız, çalışanlar açısından yalnız olmayacaklarına dair bir güven veriyor. Hitap ettiğimiz kitlenin genelde internet ile ilgili olması, sosyal medyayı bizim için oldukça işlevli kılıyor. Fakat tüm bu iletişim araçları Plaza Eylem Platformu’nun samimi ve ısrarlı tavrını korumasıyla işlev kazanabildi. Herhangi bir çağrı beklemeden bize ulaşan ya da uzunca bir süre etkinliklerimizi ve paylaşımlarımızı takip ettikten sonra aramıza katılan arkadaşlarımız oluyor. Sosyal medya insanlara platformu tanımak için zaman vermesi açısından avantajlı.
 Ancak Platformun doğrudan katılımcılarının sayısının artmasından daha önemlisi, tartışmalarımızın, deneyimlerimizi aktarmakta kullandığımız dilin, ürettiğimiz kavramların, beyaz yakalıların patronlar karşısındaki konumlarını avantajlı hale getirmekte ve tek başınalık hissini yenmekte işe yarar olması ve işverene karşı elini güçlendirme potansiyelini arttırması.
Çalıştığınız yerlerin PEP uğraşınızdan haberi ne kadar var? Görünür bir eylem platformu olduğunuzu söyleyebilir miyiz?
 Güven ilişkisi kurduğumuz iş arkadaşlarımızın var. Çoğumuz bankalarda, sigorta şirketlerinde, araştırma şirketleri gibi yerlerde çalışıyoruz. Buralarda daha temkinli davranıyoruz. PEP’ten tesadüfen bahsedildiğini duyan arkadaşlarımız da oluyor, belli etmeyebiliyor bir aşamada.
Patronlarımızın tabii ki haberi yok. Bu nedenlerle gizliliğe önem veriyoruz. Ama tabii ki çalışma arkadaşlarımızla samimi ilişkiler kurarak bu dayanışma ağını, örgütlenmeyi yaymaya çalışıyoruz. Başka bir ifadeyle, işveren cephesinde görünür olmak gibi bir niyetimiz hiç olmasa da arkadaşlarımızdan başlayarak haklarını savunmak isteyen, böyle bir örgütlenmeye, dayanışmaya ihtiyaç duyan, yıpratıcı iş düzeni içinde tek başına kalmak istemeyen beyaz yakalılar için görünür olduğumuzu umuyoruz. Jiyan.Org-SARPHAN UZUNOĞLU